Dünyanın dört bir yanındaki hükümetler, iklim değişikliğinin olumsuz etkileriyle mücadele etmek için çeşitli stratejiler geliştirmeye devam ediyor. Türkiye de bu konuda önemli bir adım atarak, "İklim Kanunu"nu gündeme getirdi. İklim değişikliğinin etkilerini azaltmayı ve çevresel sürdürülebilirliği artırmayı hedefleyen bu kanun, ülkenin yeşil dönüşüm sürecinde önemli bir mihenk taşı olarak görülüyor. Ancak, bazı kesimler bu kanuna karşı çıkıyor.
Eleştiriler, termik santrallerin kapanacağı tarihlerle ilgili belirsizlik, emisyonları artıran enerji, ulaşım, tarım ve kentleşme politikalarında herhangi bir iyileştirme yapılmaması ve adil bir geçiş sürecine dair bir düzenlemenin olmaması üzerine odaklanıyor. Ayrıca, bağlayıcı enerji dönüşümü hedeflerinin eksik olduğu ve tek vurgulanan şeyin emisyon ticareti olduğu ifade ediliyor. Peki, nedir sürekli gördüğümüz bu iklim kanunu?

İklim Kanunu Nedir?
İklim Kanunu, Türkiye'nin iklim değişikliği ile mücadele etmek ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak amacıyla hazırlanan bir yasal düzenlemedir. Kanunun temel hedefleri arasında 2053 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşmak, yenilenebilir enerji kullanımını artırmak, biyoçeşitliliği korumak, afet risklerini azaltmak ve temiz teknolojilerin kullanımını teşvik etmek yer alıyor. Ayrıca, iklim değişikliği kaynaklı afetlerin etkilerini azaltmak için yerel eylem planları oluşturulacak ve sektörel dönüşüm sağlanıyor. Bu kanun, çevre dostu üretim süreçlerini desteklemeyi ve toplumsal farkındalık yaratmayı amaçlıyor.

İnsanlar İklim Kanunu'na Neden Karşı?
İklim Kanunu, Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadele etmek için belirlediği bir dizi düzenlemeyi içeren önemli bir yasa olarak öne çıkıyor. Kanunun temel amacı, 2053 yılına kadar “Net Sıfır Emisyon” hedefini gerçekleştirmek ve yeşil büyüme stratejileriyle çevre dostu ekonomik bir dönüşüm sağlıyor. Ancak, bu kanun bazı eleştirmenler tarafından, ekolojik sorunlardan çok kapitalist sisteme entegre olmayı amaçladığı iddiasıyla eleştiriliyor.
Avrupa Yeşil Mutabakatı'ndan alınan kavramlar ve uygulamalar, Türkiye'nin ekonomik ve ticari çıkarlarını gözetirken, iklim değişikliğiyle mücadelenin gerisinde kalıyor olabilir. Özellikle “yeşil büyüme” ve “yeşil dönüşüm” gibi ifadeler, çevre dostu uygulamalar yerine piyasa odaklı çözümleri öne çıkarıyor. Eleştiriler, kanunun yeşil dönüşüm sürecinde “adil geçiş” ilkesi gibi sosyal adalet hedeflerinin eksik olduğuna işaret ediyor. Avrupa'nın kömürden çıkışı desteklemek için oluşturduğu “Adil Geçiş Fonu” gibi araçlar, Türkiye’de benzer şekilde uygulamaya konmamıştır.
Bazı uzmanlar, iklim değişikliği gibi büyük çevresel krizlerin yalnızca teknik çözümlerle değil, toplumsal yapının ve üretim ilişkilerinin köklü bir şekilde değiştirilmesiyle çözülebileceğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda, iklim kanununun yalnızca ticaret ve piyasa temelli hedeflerle şekillenmesinin, sorunun esas kaynağını göz ardı ettiği ve gerçek bir çözüm sunamadığı eleştirilmektedir.
Kısacası, İklim Kanunu çevresel sürdürülebilirlik için önemli bir adım gibi görünse de, bazıları bu yasal düzenlemelerin mevcut kapitalist düzenin sınırları içinde kalacağını ve çevresel adaletsizliği derinleştirebileceğini savunuyor. Bu nedenle, kanunun başarısı ve gerçek etkisi, yalnızca piyasa temelli dönüşümden çok, toplumsal ve ekolojik adaleti gözeten bir yaklaşımla değerlendirilecektir.
Aslında insanlar, iklim kanununa karşı değiller, sadece mevcut haline karşılar.