Gündem

Işık insan evrimini şekillendirdi ve bugün hala bizi değiştiriyor!

İnsanlık tarihi boyunca, insan faaliyetleri büyük ölçüde gündüz saatlerine bağlı olmuştur. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte, bu eski uyku-uyanma döngülerinden kurtulmuş olsak da, güneş ışığının üzerimizde bıraktığı izler hala varlığını sürdürüyor.

Hâlâ gündüz uyanık olup gece uyuma eğilimindeyiz ve bunu ışığa borçluyuz. Işık, sadece biyolojik saatimizi değil, aynı zamanda iki ayak üzerinde yürüme, cilt rengimiz, saç yapımız ve gözlerimizin boyutu gibi birçok biyolojik özelliğimizi de şekillendirmiştir.

Işık ruh halimizi, bağışıklık sistemimizi, sindirim sistemimizi ve daha fazlasını etkiliyor. Işık, bizi hasta edebilir, hastalığımızın sebebini gösterebilir ve hatta tedavi edebilir. Milyonlarca yıllık evrimsel geçmişimiz, bizlerin hâlâ ışığa bağımlı canlılar olduğumuzu kanıtlıyor.

Ayağa Kalktık ve Afrika’dan Yola Çıktık

İlk modern insanlar sıcak Afrika iklimlerinde evrimleşti. Güneşin zararlı etkilerinden korunmak, insanların iki ayak üzerinde yürümeye başlamalarının bir nedeni olabilir. Ayakta durduğumuzda, özellikle güneş tepede olduğunda, vücudumuz daha az güneş ışığına maruz kalır.

Kıvırcık saçlar da bizi sıcak güneşten korumuş olabilir. Bu tür saç yapısının, düz saçtan daha iyi bir yalıtım sağlayarak saç derisini koruduğu düşünülüyor.

Erken Homo sapiens’ler, güneşe karşı güçlü bir savunma olan koyu bir cilt pigmentine sahipti. Güneş ışığı, B9 vitamini olan folatı parçalar, yaşlanmayı hızlandırır ve DNA’ya zarar verir. Afrika'nın parlak iklimlerinde koyu ten, bu zararlara karşı koruma sağlıyordu. Ancak bu ten rengi, aynı zamanda vücudun D vitamini üretmesi için yeterli UV ışığını da içeri alıyordu.

İnsanlar daha az güneş alan ılıman bölgelere göç ettiklerinde ise farklı genetik değişimlerle daha açık ten rengine evrildiler. Bu süreç, son 40.000 yıl içinde oldukça hızlı bir şekilde gerçekleşti. Kutuplara yakın bölgelerde daha az UV ışığı bulunduğundan, cildin fazla koruma sağlamasına gerek kalmadı ve daha açık ten, vücudun D vitamini üretmesini kolaylaştırdı. Ancak bunun bir dezavantajı vardı: Daha açık ten, güneş hasarına karşı daha az koruma sağlıyordu. Bu nedenle Avustralya, dünyada cilt kanserinin en yüksek olduğu ülkelerden biridir.

Avustralya’daki sömürge geçmişi nedeniyle halkın yüzde 50’den fazlası Anglo-Keltik kökenlidir ve açık tenli olduklarından, yüksek UV ışınlarına sahip bu bölgede cilt sorunlarıyla karşılaşmaları kaçınılmazdır. Bu yüzden Avustralya’ya "güneş yanığı ülkesi" denmesi şaşırtıcı değil.

Güneş ışığı, insan gözlerinin evrimini de etkiledi. Yüksek enlemlerde yaşayan insanların gözlerinde daha az koruyucu pigment bulunur. Ayrıca, bu insanların daha büyük göz yuvaları ve gözleri vardır; bu, gözün daha fazla ışık almalarını sağlıyor.

Vücut Saatimizden Kurtulamıyoruz

Beynimiz ve hormonlarımız tarafından kontrol edilen uyku-uyanma döngümüz (sirkadiyen ritim) de evrimsel mirasımızın bir parçası olarak ışığa duyarlı hale gelmiştir.

İnsanlar gündüz aktivitelerine uyum sağlamıştır. Parlak ışıkta net görür ve renkleri algılayabiliriz, ancak loş ışıkta görme yetimiz zayıflar ve diğer duyularımız bu durumu telafi edemez. En yakın akrabalarımız olan şempanzeler, goriller ve orangutanlar da gündüz aktiftir ve gece uyurlar. Bu, atalarımızın da benzer bir gündüz yaşam tarzına sahip olduğunu gösterir.

Bu yaşam tarzı, büyük maymunların çok daha ötesine, primatların evrimsel başlangıcına kadar uzanabilir. İlk memeliler genellikle gece aktifti; dinozorlardan saklanmak için karanlığı kullanıyorlardı. Ancak dinozorları yok eden meteor çarpması, primatlar gibi bazı memelilerin gündüz aktif hale gelmesine yol açtı.

Gündüz aktivite düzenimizi bu erken primatlardan miras aldıysak, bu ritim yaklaşık 66 milyon yıldır soyumuzun bir parçası olmuş olabilir. Bu da 24 saatlik biyolojik saatimizin neden bu kadar zor değiştirildiğini açıklar.

Zamanla aydınlatma teknolojisindeki gelişmeler, ateş, mumlar, gaz lambaları ve nihayetinde elektrik sayesinde bizi gündüz ışığına olan bağımlılıktan büyük ölçüde kurtardı. Teorik olarak artık istediğimiz her saatte çalışabiliyor ve eğlenebiliyoruz.

Ancak, uyku eksikliği, vardiyalı çalışma ya da jet lag gibi durumlarda doğal döngülerimiz bozulduğunda, bilişsel ve fiziksel performansımız hızla düşer.

Fütüristler, Mars'ta yaşam için gereken sirkadiyen ritimleri şimdiden tartışmaya başladılar. Neyse ki, Mars'ta bir gün yaklaşık 24,7 saat sürüyor; yani Dünya’ya oldukça yakın. Bu küçük fark, Mars'a ilk gidecek kolonistler için en az endişe verici şey olmalı.

Işık Hâlâ Bizi Değiştiriyor

Son 200 yılda yapay aydınlatma, atalarımızın sirkadiyen ritimlerinden (kısmen) kopmamıza neden oldu. Ancak bu, son yıllarda göz sağlığımız üzerinde olumsuz etkiler bıraktı.

Uzağı görememe (miyopi) ile ilişkili birçok gen, sadece 25 yıl içinde daha yaygın hale geldi. Bu, insan gen havuzunda hızlı evrimsel değişimin çarpıcı bir örneğidir.

Eğer genetik olarak miyopiye yatkınsanız, doğal ışığa daha az maruz kalmak (ve yapay ışıkta daha fazla vakit geçirmek) miyop olma olasılığınızı artırır. Işık, önümüzdeki bin yıllar boyunca biyolojimizi şekillendirmeye devam edecek, ancak bu uzun vadeli etkileri tahmin etmek zor.