Korku filmleri, yüzyılı aşkın bir süredir izleyicileri korkutmaya devam ediyor. Karanlık bir sinema salonunda şeytan tarafından ele geçirilmiş çocukları ya da başka dünyalardan gelen uğursuz yaratıkları izlemekten daha ürkütücü pek az şey var. Ancak bazı korku filmleri, ekranda oldukları kadar hatta belki daha da korkutucu bir şekilde kamera arkasında da izleyicilerini dehşete düşürmüş. 

Sizler için çekimi sırasında ya da sonrasında tuhaf derecede uğursuz olayların yaşandığı 5 klasik korku filmini derledik. Gelin bu korku filmlerinin yapımı sırasında yaşananlara beraber göz atalım.

1. Psycho (1960):

Psycho

Psycho filmindeki ünlü duş sahnesi, sinema tarihinin en ikonik anlarından biri olarak kabul ediliyor. Yazar Robert Graysmith'in belirttiğine göre, bu sahneye olan obsesyon bazı hayranlarda korkunç sonuçlar doğurmuş olabilir. Film 1960'ta yayınlandığında, gösterim tarzını köklü bir şekilde değiştirdi ve Janet Leigh'in canlandırdığı karakterin beklenmedik bir şekilde öldürülmesi, izleyiciler üzerinde büyük bir etki yarattı.

Leigh, sahnenin ardından verdiği bir röportajda, "Bıçağın içime girdiğini hissettim. O kadar gerçekti, o kadar korkutucuydu," demişti. Ancak Graysmith, bu sahnenin arkasında başka bir hikaye olduğunu öne sürüyor. Aslında duş sahnesindeki çıplak beden, Marli Renfro'ya aitti. Renfro, bir striptizci ve ilk Playboy tavşanlarından biriydi. Janet Leigh’in bu sahnede kendi bedeninin kullanıldığına dair iddiası, zamanla basında büyük bir karışıklığa yol açtı.

2001 yılında, Kenneth Dean Hunt adında bir adam, "Sapık filminde Janet Leigh'in dublörü olan bir aktris de dahil olmak üzere iki kadını öldürmekten" mahkum edildi. Ancak bahsedilen dublör Myra Davis'ti, kendisi aslında sadece ışık açılarını test etmek için kullanılan bir dublördü. Basın, Myra Davis’i Marli Renfro’nun gerçek kimliği olarak duyurunca karışıklık daha da büyüdü.

Graysmith, bu yanlış anlamaların ardındaki gerçekleri araştırdı ve 2007 yılında Davis’in torunu Sherry, büyükannesinin çıplak sahnelerde yer almadığını açıkladı. Graysmith’in araştırmaları, Myra Davis ve Marli Renfro'nun tamamen farklı kişiler olduğunu gösterdi. Renfro, Leigh'in gerçek dublörü olarak yaşamaya devam ediyordu.

Graysmith, The Girl in Alfred Hitchcock's Shower kitabında, Hunt’ın Psycho hayranı olduğunu ve yanlış dublörünü öldürdüğünü iddia etti. Renfro'nun hala hayatta olduğunu ve hayatını dolu dolu yaşamakla meşgul olduğunu vurguladı. 

2. The Amityville Horror (2005):

The Amityville Horror

2005 yılında çekilen Amityville Horror'un yeniden çevrimi, çekim sırasında meydana gelen ürkütücü olaylarla kendi gerilim hikayesine sahipti. Film, gerçek Amityville evinde çekilmemiş olsa da, set olarak kullanılan Wisconsin'deki 19. yüzyıldan kalma evin atmosferi, oyuncular ve ekip üzerinde rahatsız edici bir etki bıraktı. Ryan Reynolds, filmde George Lutz'u canlandırdı ve bu evin "gerçekten ürkütücü" olduğunu belirtti. Evdeki renkler ve genel atmosferin garip bir his verdiğini ifade etti.

Çekimler sırasında setin yakınındaki bir gölde bir cesedin bulunması, ekibi oldukça ürküttü. Ancak bu olay, çekim sürecinde yaşanan tek tuhaflık değildi.

Daha rahatsız edici bir diğer olay, filmin oyuncu ve ekibinin çoğunun her sabah tam olarak 3:15'te uyanmasıydı. Bu saat, filmde anlatılan olaylarda Lutz ailesinin yaşadığı vahşetlerin gerçekleştiği saatle aynıydı. Reynolds, bu deneyimi "bilinçaltının bir oyunu" olarak nitelendirdi ancak ekibin birçok üyesinin aynı anda uyanması, çekim sürecini daha da tedirgin edici hale getirdi.

3. Annabelle:

Annabelle

"Annabelle" filminin çekimleri sırasında yaşanan ürkütücü olaylar, ekibin moralini oldukça etkilemişti. Yönetmen John R. Leonetti, bu olaylardan ikisini Hollywood Reporter'a verdiği bir röportajda paylaştı ve her iki olay da hem ekip hem de oyuncular için oldukça rahatsız edici deneyimler oldu.

İlk olay, film çekimlerine başlamadan önce yaşandı. Leonetti, iblisin üç parmaklı olduğu filmin bir sahnesiyle ilgili tuhaf bir tesadüfü şöyle anlattı: “Çekim yapacağımız daireye gittiğimizde, oturma odasının penceresinin üstündeki küçük pencerede, ay ışığıyla aydınlanan üç parmak izi vardı. İblisimiz de filmde üç parmaklıydı ve pençeleri vardı. İzler ay ışığıyla arkadan aydınlatılıyordu ve bu sahneye ürkütücü bir hava katıyordu.” Leonetti, bu anın fotoğrafını çektiğini ve bunun son derece tuhaf bir olay olduğunu belirtti.

Daha da ürkütücü olan ikinci olay, filmin yapımcısı Peter Safran tarafından paylaşıldı. Safran, filmde iblisi oynayan aktörün çekim yaptığı ilk gün yaşanan korkunç bir tesadüfü şöyle anlattı: “İblis, tam makyajıyla asansörden çıktı ve oyuncuların beklediği odaya doğru yürümeye başladı. O sırada binanın hademesini canlandıran aktör de peşinden gidiyordu. Tam o sırada devasa bir cam avize hademenin üzerine düştü. Senaryoda da iblis, hademeyi o koridorda öldürüyordu. Bu tamamen ürkütücüydü ve senaryoyla birebir örtüşüyordu.”

Leonetti, ayrıca Annabelle bebeği ile ilgili kişisel bir hikayesini de paylaştı. Warren'ların Okült Müzesi'nde sergilenen filmin gerçek Annabelle bebeğini henüz görmediğini, ancak bebeği gören bir arkadaşının kısa bir süre sonra hayatını kaybettiğini anlattı. 

4. The Conjuring:

The Conjuring

Vera Farmiga, "The Conjuring" filminde canlandırdığı gerçek hayattaki paranormal araştırmacı Lorraine Warren'ı oynamaya başladığı andan itibaren, açıklanamaz ve ürkütücü deneyimler yaşamaya başlamış. Farmiga, yönetmen James Wan ile yaptığı bir telefon görüşmesinden hemen sonra yaşadığı ilk tuhaf olayı şu şekilde anlatıyor: "James ile Lorraine hakkında konuşuyorduk ve görüşmemizden sonra bilgisayarımı kapattım. Telefon görüşmemiz bittiğinde, ekranı tekrar açtığımda sağ üst köşeden sol alta doğru uzanan üç dijital pençe izi gördüm."

Farmiga'nın bu açıklanamaz izlerle karşılaşması onu oldukça rahatsız etmiş. Bu olay, sadece Lorraine Warren karakteriyle ilgili derin bir bağlantı hissi yaratmakla kalmadı, aynı zamanda senaryonun kendisinin üzerinde de ağır bir etkisi olduğunu fark etmesine yol açtı. Farmiga, senaryoyu evde okumaktan çekindiğini ve senaryoyu parça parça okuyarak kendini korumaya çalıştığını belirtiyor: "Senaryoyu eve götürmek istemedim. Çok güçlü bir enerji hissettim, bu yüzden en güvenli yerin gündüz vakti başka bir yerde okumak olduğunu düşündüm."

Ancak, senaryoyu eve götürmemek konusunda ne kadar kararlı olsa da, filmin enerjisi Farmiga’yı eve kadar takip etmiş gibiydi. Farmiga, filmin çekimlerinin son gününde eve döndüğünde, vücudunda tıpkı bilgisayar ekranındaki gibi "üç pençe izi" şeklinde morluklar bulduğunu söyledi. Bu olay hakkında CinemaBlend'e verdiği röportajda, izlerin acı verici olmadığını ancak oldukça belirgin olduğunu anlattı: "Uzun tırnaklar ya da ince parmak uçlarının yapabileceği gibi üç belirgin izdi. James'e bunu mesaj attım, ama onun tepkisini bile hatırlamıyorum."

5. The Possession (2012):

The Possession

"The Possession" filmi, eBay'den satın alınan antika bir şarap dolabıyla ilgili ürkütücü bir hikayeye dayanıyor ve gerçek olaylara dayandığı iddiasıyla izleyicilerin dikkatini çekmeyi başarmıştı. Ancak filmin ilham kaynağı olan "dybbuk kutusu" hikayesi sonradan bir şaka olarak çürütülse bile, film setinde yaşanan bazı açıklanamayan olaylar oyuncular ve ekip üzerinde derin bir etki bırakmış.

Başrol oyuncusu Jeffrey Dean Morgan, filmde kullanılan sahte dolabın etrafında meydana gelen tuhaf olaylar hakkında Hollywood Reporter'a verdiği bir röportajda, bu dolapla ilgili ilk şüphelerini paylaştı: “Ben oldukça şüpheciyim, ama sadece dolabın etrafta olmasını istememekle kalmadım, sette yaşanan ve daha önce hiçbir sette görmediğim tuhaf şeyler vardı.” Morgan, çekimler sırasında set ışıklarının patladığını ve kapalı mekânda bir anda esen soğuk rüzgarlarla karşılaştıklarını belirtti. Bu rüzgarların özellikle önemli sahneler sırasında ortaya çıkması, ekibi daha da tedirgin etmiş. Morgan, "Bu rüzgarlar, her zaman önemli sahneleri çektiğimiz sırada meydana geldi. Ne sahne aralarında ne de hikayeye büyük etkisi olmayan sahnelerde gerçekleşmedi," diye ekledi.

Filmin sonunda kullanılan sahte dybbuk kutusu da kendi gizemli hikayesini barındırıyordu. Morgan, çekimlerin tamamlanmasının ardından tüm film eşyalarının bir depoya kaldırıldığını ancak birkaç gün sonra bu deponun tamamen yandığını anlattı. Yangın araştırıldı, ancak herhangi bir kundaklama ya da elektriksel arızaya dair bir iz bulunamadı. Dybbuk kutusu, yangında yok olan en dikkat çekici eşyalar arasındaydı.